1) KCK tutuklamaları furyasında cezaevinde tutulan arkadaşları ziyaret ederken rutine çabuk alışmıştım. Gösteriler, protestolar, mahkemeler, dava dilekçeleri, mikrofon tutulduğunda ağzımızdan çıkanlar; “demokrasi istiyoruz” sözgelimi; kelimenin şaibeli siciline boyun eğerek… Haftada iki kez retina taraması, üst araması.
Herşey çok doğal kimse şaşırmıyor. Kimlik veriyor, sıraya giriyor, bekliyoruz ve bir kadının havaalanında ya da metrodakine dehşet verici tarzda benzeyen anonslarına kulak veriyoruz, tam da o anons nedeniyle çok dolaysız bir biçimde demokrasinin gerçek anlamını kavrıyoruz.
Hemen yanımda en fazla dört ya da beş yaşlarındaki ufak tefek bir oğlan kimse uyarmadan kontrol kapısından geçmek için kemerini çıkarıyor. Ondan daha küçük olanı ya da öyle görüneni ayakkabısının cırt cırtını açıyor, ayakkabılarını bitiştirip kontrol bandına koyuyor. İki kedi yavrusu gibi doğuştan biliyorlar bunları. Ayakkabılarının ve kemerin uzaklaşmasını ve lastik perdenin ardında kaybolmasını izliyorlar.
Ayaklarına çok büyük gelen terlikleri giyip kapının “bipleyip biblemeyeceğine” kulak kesilerek temkinle geçiyorlar. Her ikisine de retina kontrolü yapılmıyor, bunun için büyümeleri gerek. Bu devran otuz yıldır böyle sürüyor, retina kontrolüne boyu yetmeyenler ya dağa çıkıp “toprağına gelin, damat “oluyor ya da inşaat işçisi olup yüzüstü yere yatırılarak “Bu devlet size ne yaptı” şeklindeki baraj sorusuna yanıt düşünüyorlar.
Bazı şeylere hazırlanmak mümkün değildir. Bazı şeylere ise ömür boyu farkında bile olmadan hazırlanırsınız.
2) Teflon diye bilinen bir termoplastik floropolimer birkaç sene öncesine kadar Aspestois isimli bakteriyle birlikte akciğer kanserinden sorumlu tutuluyordu. Binlerce Kürt siyasi tutuklu ve hükümlünün sürdürdüğü altmış günlük açlık grevi teflonun kaderini değiştirdi. Kim derdi ki teflon tavalar Kürt meselesine karışacak!
Diyarbakırlılar, grevdekilerin ölüm eşiğine yaklaştıkları günlerde iyice yoğunlaşan polis baskısı nedeniyle teflon tavalarını kullandılar, balkon ve pencerelerinden teflon tavalarla protestolarını sürdürdüler.
Diyarbakırda, hemen her evde, bu yamuk çizik teflon tavalar var. İyi cins olmayan, yenisi alınamadığı için “sağlıksız ölçüde” aşınmış olan teflon tavalara, Diyarbakırlılar yumurta kırmaya devam ediyor.
Bazı şeylere baktığımızda görmekten kaçtığımız neyse onu görürüz. Eşyalar zamanı hapsettiklerinden ya da emdiklerinden değil, bunu daha çok zamanla aralarında bizim beceremediğimiz bir anlaşma olarak anlamak gerek
3) Kürdistan’a gidişlerimden birinde sivil cumaya rastgelmiştim. Kapalı, boğuk gökyüzünün altında Kürtler battal boy poşetlerin üstüne serdikleri battaniyelerde namaz kılıyorlardı.
Hafif bir yağmur çiseliyordu. Ah keşke “gökyüzü de onlarla birlikte ağlıyor” türünden cümleler kurabilseydim. Ama gökyüzünün buna aldırdığı yoktu, öyle şeylere şahit olmuştu ki, bu görüntüler vız geliyordu ona, yağıyordu işte.
Namaz bitince kalabalık battaniyelerini topladı, çoğu yırtık olan battal boy siyah poşetleri düzgünce katlayıp başka plastik torbalara koydu ya da koltuğunun altına sıkıştırdı.
Namazın da dahil olduğu bir ayin gibiydi bu, o tozlu yırtık battal boy poşetler katlanmadan ayin bitmiş olmuyordu. Nasıl da özenli katlıyorlardı, görmenizi isterdim. Sonra poşetler evin bir köşesine konuluyor, orada bir dahaki Cuma’yı bekliyorlardı.
Bir kaç gün sonra Batman’daki sivil cumaya polislerin biber gazıyla saldırdığını okudum, görüntülere baktım ve kimsesiz kalmış battal boy poşetlerle battaniyeleri aradım. Eşyaların elbette hafızası vardır, bir battal boy poşetin hafızasındakileri hayal etmek bile ürpertici.
Savaş ölümden çok fazlası
Eskiden “bölgeden” gelen fotoğraflar günlerce aklımızdan çıkmazdı, bazıları hâlâ aklımızdadır. Görüntü alma imkânı fazla değildi. Şimdi bir tıklamayla “teröristin öldürülmeden önceki son görüntülerine” kavuşuyoruz.
Görmek istediğimiz şey nedir o görüntülere bakarken bilmiyorum ama bu eğer meraksa insani olmadığı muhakkak. Belki şehvet, çünkü gösterilen ölüm pornosu. Cep telefonlarıyla çekilen her cinsten video görüntüleri dehşeti twitter’e taşıyor. Twitter'da adet böyle olduğu için kurulan kısa cümlelere görüntüler eşlik ediyor. Çok fazla şey görüyor ve çok kısa konuşuyoruz.
Peki geriye kalanlar nerede?
Sözlere kayıtlara girmeyen 140 karaktere sığmayan, klişelerden taşanlar nereye gizlenmiş olabilir. Battal boy poşetler teflon tavalar, cırt cırtlı ayakkabıların dahil olduğu dünya nerede? Bu dünya biz kısa cümlelerle konuşurken büyüdükçe büyüyor. O kadar uzun bir zamandır büyüyor ki, heryeri, her şeyi kapladı.
Her nesne izini taşıyor savaşın. Mağazalarda kurşunla, gaz kapsülüyle öldürülen yüzlerce Kürt çocuğunun hiç giyemeyeceği elbiseler asılı. Fırınlar Berkin Elvan’ın eve götüremediği ekmekleri pişirip duruyor.
Kim duymadım, görmedim, bilmiyordum diyebilir? Kim cesaret edebilir suçsuzum demeye? Bizi arındıracak herhangi bir kimyasal var mı a dostlar, yoksa organik bir arındırıcı mı tercih etmeliyiz sağlığa zararsız cinsten.
Çocuklar ölüyor, adı olaylara karışan semtlerde büyüyen çoçuklar- anneleri işe giderken onları birkaç yaş büyük ablalarına, ağabeylerine bıraktı, annelerin aklı onlarda kaldı.
O yüzden çok akıllılar. Hiçbir yalanı yutmuyorlar. Onlara yüzümüz kızarmadan söyleyeceğimiz tek bir söz yok. Sessizce ölmelerini ve öldürmelerini izliyoruz. Ortasından deniz geçen kentte yaşayıp da, bir kez bile deniz görmemiş kadınların çocukları onlar, “hal ve gidişleri zayıf “, “ağız ve diş sağlıkları bozuk.”
Bizlerse, Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) nereden gelirse gelsin teröre tavır almasını terörü lanetmesini istemelere doyamıyoruz. Saray’ın ve çetesinin Kandil’i insansızlaştırma, PKK’yi yalnızlaştırma ve terör parantezine hapsetme planına lanetleme dayatmasıyla destek veriyoruz. “HDP’yi PKK’ye yedirmeyiz,” diye dayılanıyoruz ara sıra.
Ne kadar kolay konuşuyoruz. Mitingde bomba patlayıp insanların kolu bacağı kopunca, Cudi ateşe verilince, Lice yakılınca, Ardahan’da halka kurşun sıkılınca otuz iki genç Suruç’ta katledilince, aylardır PKK’nin kontrolü altındaki alanlara TSK tarafından saldırı yapılırken bozulmayan ateşkes bozuluverdi.
Yazının burasında nereden gelirse gelsin terörü kınamam gerekirdi; ama yapmayacağım. Devlet terörüyle, IŞİD terörüyle PKK eylemlerini eşitlemeyeceğim. “Bütün teröristler kendilerince haklı bir dava için silaha sarılıyorlar “sözlerine yanıt vermeye kalkmayacağım.
Belki bir yanıt düşünmem gerekirdi, düşünmedim. Elmalarla armutlar meselesinden dolayı değil, hayatta hiç ama hiçbir şeyin eşitlenemeyeceğini bildiğim için de değil, tarihe ihanet etmemek için de değil, adalet duygum ya da ondan geriye ne kaldıysa bu eşitlemeye isyan ettiği için.
Düşündüm de başka konularda balık hafızalarımız maşallah bu konuda filmiş. Üç sene önceki ezberler hiç unutulmamış. Ateşkese sırtımızı dayayıp oturur, hiçbir adım atılmamasına seyirci kalırken, KCK ateşkesin çoktan bozulduğunu tek taraflı olarak sürdüğünü, hiçbir taahhüdün yerine getirilmediğini bar bar bağırırken, devlet belki de barış istediklerini söyleyenleri yoklamak amacıyla KCK’nin “medya savunma alanları” dediği bölgelere sayısız saldırı düzenlerken susmuştuk şimdi konuşuyoruz.
Otuz yıldır aynı sözcükleri kullanarak konuşuyoruz. Yarattığımız dile hapsolduk. Sözcükler bile dayanamıyor artık bu duruma, uçup gidiyorlar; o kadar yorgun ki sözcükler.
Hepimizin konuşması birbirine benziyor. Birbirimizi bu şifrelerden tanıyoruz. Bu dil olan biteni sürdürmekten başka amacı olmayan gizli bir anlaşma gibi. “Akan kanı durdurmak” sözgelimi, insan otuz yıldır bu cümleyi kurar mı! Zihni, insanlığı, vicdanı gördükleri, yaşadıkları ona hiç mi başka kelime bahşetmez!
Eğer bir insan otuz yıldır bu cümleyi kullanıyorsa savaşın parçası olmuş demektir, kendisi farkında olsa da olmasa da, savaşın memurudur. Hangi işi yapıyorsa istifa etmeli ve iyilik olsun diye susmalıdır. Bu dil bizi barışa götürmüyor. Teflon tavaların, cırt cırtlı ayakkabıların, battal boy poşetlerin dünyasından habersiz, o dünyaya nüfus edemeyen bir dil barış dili olamaz.
Ama kullanmaktan bıkmadığımız kelimelerin bedeli var ve bu bedelin daha pek azını ödedik.
Hafızamızın balık olan kısmı, HDP’ye çelme takmaya çalışan PKK’nin, savaş istediğinden, kendi konumunu tehlikede gördüğünden vb HDP’yi batırmaya çalışan PKK’nin, HDP dahil bütün Kürt partilerini canıyla kanıyla var eden halk ve halkın dağdaki çocukları olduğunu unuttu.
HDP’ye alan açması istenen PKK, HDP ve öncüllerine bu alanı açmak için yıllardır zulümün en akla gelmezini gören Kürt halkı. PKK’nin tek “kusuru” barışı her şeyden çok istemesi, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) bu gerçeği herkesten iyi görmesi ve sonuna kadar istismar etmesi. Kürt hareketinin demokrasi mücadelesinin en güçlü aktörü, ülkeyi yasadışı olarak yöneten hırsızlar ve katiller sürüsünün en tehlikeli düşmanı olması.
Neden görünen köy hep kılavuz istiyor?
Vah ki vah! Onca yıldır bir arpa boyu yol gitmişiz, gençlerin bizim yerimize ölmesine nasıl da alışmışız. Bari umudun bedava dağıtılmadığını bir an önce anlasak, teflon tavalar, battal boy poşetler dile gelmeden anlasak çünkü onlar bizim konuştuğumuz gibi konuşmayacaklar. (AD/BA)